Kırk katır mı, kırk satır mı?

Kırklareli’nin bir köyü.. Boş boş baktı etrafa. Sonra alaca karanlığa. Her zamanki yıldızlar, her zamanki çapkın bakışlar.

Sonra.. uğuldadı kadını erkeği, erkek geçineni, yaşlısı genci, genç geçineni, çoluğu çocuğu.. Kırk satır mı kırk katır mı dediler. Mübarek sayı…

Diyesi geldi; hani ya kahvemizin kırk yıl hatırı? Senin dediler beneklerin var. Hatır gönül olmaz…

Hepsi olsun dedi o zaman, bütün kırklar benim olsun. Kırk katır kırk kere geçsin üzerimden. Kırk kere yer olayım. Sonra kırk satır isterim. Kırk parçaya bölsün beni…

Kırk damla düştü kırk katırın gözünden. Çember oldu; bir döndü, on döndü… Sarhoş oldu, durası geldi. Dellendi, uçası geldi.

Demirciler bir yandan, tavladılar kırk satırı, kılıçtan keskin. Satırlar öfkeli, dövülmekten kinli. Bir hamle giriştiler kahve kokulu beşere.

Bir vurdular, on vurdular, gelincik suyuna gark oldular, içtiler mest oldular.

Bir gün geçti sonra, on gün geçti. Kırk gün gitti, kırk gece geldi. Bir kara bulut kırklandı köyün kubbesinde. Kırk salavat çektiler, olmadı. Kırk mevlidi okuttular, yetmedi…

Kırkbir kere maşallahı vardı kahve kokulunun. Çicek oldu açtı, kelebek oldu uçtu, aşk oldu coştu.

3 Nisan 2019
yuksel_cilingir