Yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan? Bunu sormak, söylemek kolay. Ama hayattaki neden sonuç ilişkileri daha mı farklı?
Aslında olaylar kendi yolunda akıyor, Bizim onları nasıl ele aldığımız, kaderle yapacağımız yolculuğun şeklini belirliyor. Aynı tepkileri veriyorsak, farklı şekillerde de olsa özünde aynı şeyi yaşayıp duruyoruz. Yemeğini bitirmeden sofradan kalkmak yok diyor bize, annemiz gibi. Gıdamızı almadan büyüyemeyiz çünkü..
Kendimizi adadığımız işler ya da insanlar bir bir terk ederken mesela.. Hala kuyruğu dik tutmaya, farklı göstermeye, hatta görmeye çalışabiliyoruz. Var halbuki bir alamet-i farikası..
Hele büyük laflar ettiysek.. Hemen siparişi alıp dersimizi hazırlıyor hayat… Büyük lokma ye büyük konuşma demişler ya.. Çiğnemekten yutmaya, hazmetmeye.. Emek istiyor.
Dolayısıyla başımıza gelenler için Nasreddin Hoca hesabı ben zaten inecektim diyebilmek önemli. Yolculuğun nereye kadar, ne şekilde süreceği belli, sadece gönül gözümüzün görmek, gönül kapımızın almak için açık olması gerekiyor.
Eşeğe bindin, bari belini kırma der Oğuz Koç arkadaşım.
“Burada söz konusu olan, daha iyi veya daha kötü değil.” demiş Murakami de.. “İnsan yükselen akıntıdaysa, en iyisi en yüksek kuleyi bulup tepesine tırmanmak ve aşağıya iniliyorken de en iyisi en derin kuyunun dibine inmektir. Eğer akıntı yoksa hiçbir şey yapmamak en iyisidir. … Bu arada ölü gibi yapmalı.”
Ölmeden önce ölmek demiş Mesnevi… Kendini ben’den azad etmek…
İnişler, çıkışlar, patlamalar, sakinleşmeler.. Kaos gibi görünen şeyler hayatın kendisi aslında. Yağmur yağdığında şaşırmıyoruz. Kış gelince üşüyoruz doğal olarak. Yazı seviyor, bir yandan gölge arıyoruz. Güz vakti yaprak dökerken, bir nevi arınıyoruz.
“Ben oyum / O bendir / İlkbahar akşamı” demiş Murakami. Açan çiçekte tüm mevsimleri görerek..
Baharı bekleyen kumrular gibi.. Sen de seni bekle!..
Başkasında dillendirdiğimiz her şeyde kendi yansımamız var. İlla bir şeyler var. Hal böyle olunca, aynaya, ayna niyetiyle çevreye bakmak en güzeli..
Ne kadar bir tarafa çekersek hayat sarkacını, eğer onun salınacağı yolda değilse, bir o kadar sarsıyor bizleri. Canımızı yakan sivrisinek saz olana kadar..
Kendimize gelmeli.. Sonbaharda düşen yaprağa, ilkbaharda açan çiçeğe… Yağmura, çamura… Kışa, ayaza… Hasat mevsimine, değirmendeki buğdaya… Ölerek dirilmeye, dirilerek bir olmaya…
Yeter ki kırık kalpler, yaşlı gözler olmasın geride. Kendimizi benden azad ettikçe, gerisi kolay…
Sevgiyle kalın