Zorlu zamanlarda, her kışın ardından bahar gelir deriz, ya da her gecenin bir sabahı vardır. Ama bu yıl bahar gelmiyor bir türlü, güneş solgun. Sanki çiçeklerin rengi yok, kara toprağa bakıyorlar, boyunları bükük..
Bu sabah YouTube’de müzik dinlemek istedim. Tesadüf bu ya, “Bahar Valsi” denk geldi. Chopin – Spring Valtz adıyla yüklenmiş. Bahar müziği diyor, ama hüzünlü bir melodi. Chopin bunu nasıl bir duyguyla yazmış olabilir diye araştırdım. Fransız besteci Paul de Senneville’in Mariage d’Amour isimli parçası çıktı. Zorla olmuyor işte dedim, istedigin kadar adını bahar koy.
Sonra Ali Sunal’ın televizyonda yaptığı konuşma denk geldi: “Depremin üzerinden haftalar geçti ve herkes artık bir normalleşmenin peşinde. Peki nedir bu normal?” diye soruyor.
“Mesela fay hattına binalar yapmak mıdır normal olan? Ya da depremden sonra arama kurtarma ekiplerinin ve yardımların gecikmesi normal midir? Denetlenmemiş binalar, parayla satın alınan mimar diplomaları, beceriksiz müteahhitler, liyakatsiz görevliler normal midir? Çürük binalara imar affı vermek normal midir mesela? Veya böyle bir zamanda çadır satmak normal midir? Binlerce insanı göz göre göre ölüme göndermek normal midir? Felaket sonrası bir kişinin bile sorumluluk hissedip ‘Arkadaş ben yanlış yaptım, özür diliyorum’ deyip istifa etmemesi normal midir sizce? Hayır efendim, böyle bir normal yok.” diye devam ediyor. Nasıl da uygularima tercüman olmuş!
İş hayatının en temel gereğidir; bir şirket ISO9000 Kalite Yönetim Belgesi olmadan neredeyse iş yapamaz. Kalite Yönetim Standardının ilk maddesi ise “yetki ve sorumluluk”tur. Yetkisi olan sorumludur, sorumluluğu olan da yetki kullanabilmelidir. Şimdiki duruma bakıyorum, en acil durumda talimat bekleniyor. Ve de işler yürümüyor. Enkaz altında, soğukta beklerken yitti canlar. Daha ne olsun!
İlkokulda Kızılay zarflarına para koyardık. Kızılay, kurumdan ziyade bir kavramdı, kültürümüzün bir parçasıydı. Umutlu çocuklardık biz, dayanışma içinde bir ülke inşa ediyorduk hep beraber. Şimdi ise Kızılay’ın deprem bölgesine çadır satması normalleştirilmeye çalışılıyor. Ama olmuyor tabii, mızrak çuvala sığmıyor.
Bir taraftan da kendisine yakınan vatandaşa “isyan etme” diyor bakan. Halbuki vatandaş kaderin de Allah’a inancın da ne demek olduğunu biliyor. Benim isyanım Allah’a değil diyor, işini yapmayanlara… Acısı makamdan büyük. Yeter artık diyor aslında, bana ne hissedeceğimi bari söylemeyin.
İçimiz çok dolu. Hayat devam ediyor demek acıları dindirmiyor. Güneş her sabah doğuyor, ama ruhumuz solgun, hayat bir türlü normalleşmiyor. Neden?
Çünkü, normal denilen bir çok şey aslında anormaldi. Bunların nedenleriyle yüzleşmeden de normalleşmesi mümkün görünmüyor.
Sevgili Güzin Abraş’ın yorumuyla bitireyim: “Acının izahı yok. Öylesine büyük ki ne aklımız alıyor ne de yüreğimize sığıyor. Ama birileri gibi kaderciliğe sığınıp boş veremiyoruz da. Doluyuz, hem de çok dolu… Anadoluyuz. Anadolu’nun binlerce yıldır her biri toprağa gömülmüş medeniyetlerinde olduğu gibi çareyi doğan yeni günde arayacağız.”
Sevgiyle kalın.