Köftenin kimliği olur mu? Olur! Tek olan herşeyin kendine ait bir kimliği olur. Onu yaşattığı sürece de devam ettirir. İşte Hacıbaba Köftecisi’nin köftesi de böyle, hem de tam bir asırdır. Köfteciler… Onları böyle anıyorduk sokağımızda. Onlar da bize bayici diyormuş. Babam emekli olduktan sonra bir bayi açmıştı, öyle anılır olmuşuz. Yaptığı işle anılırdı insanlar. Bozacı Ali Amca, Sütçü Mesut abi.. Kalaycılar… İlkokul arkadaşımın babası Semerciydi meselâ, lonca zamanlarından kalan bir meslek. İğneci Hüseyin Abi vardı… Her meslek, her iş hakkıyla yapıldığı için onurlu bir ünvandı. Hayvancılığın doğal haliyle yapıldığı günlerde, köylerde her hayvanin boynunda bir çan asılı olurdu. Bu ihtiyacı karşılamak için de başlı başına bir iş kolu çarşının belli bir bölgesinde yoğunlaşmıştı. Çancılar mevkiinde, şimdiki adıyla Çancılar Caddesi’nde… Çarşıda köylünün ihtiyacı olan her şey bulunurdu. Hasatını satar, malzemesini alır ve köyüne dönmeden önce şehirde yemek yerdi. Ve de uğranmazsa olmaz bir mekân vardı Çancılar mevkiinde; Hacıbaba Köftecisi… O Köfteci ki bugün halâ, 96 yıldır aynı mekânda hizmet veriyor. İşte bizim komşumuz Köfteciler, Bursa kültürünün böyle bir temel taşıydı. Dededen toruna, Mehmet ve Orhan Abraş kardeşlerin, ustaların, iki neslin görevini üstlenerek devam ettirdiği gizli formülün sahipleriydiler… Asırlık girişimciler, vergisini aksatmadan ödeyerek ödül alan örnek işadamları… Aynı sokakta oturduğumuz Mehmet Abraş’ın asil ve güzel kızı, çocukluk arkadaşım Güzin Abraş da hergün bayinin pencere gişesinden bir gazete alır, su gibi akar geçerdi.Komşuluk ayrı bir kültür tabii. Hele o günlerde, tam bir kader ortaklığı, devam eden bir hayat yoldaşlığıydı. Onlar Balkan Savaşı’ndan önce göçmüşler oraya, biz Kurtuluş Savaşı’ndan sonra.. Mahallede kapılar, bahçeler birbirine açık. Herkes abi/abla, herkes kardeş. Olan olmayanla paylaşıyor, bilen bilmeyene öğretiyor.Çarşı kültürü de öyle bir şeydi, güven vardı, paylaşım vardı. Bir yere gidildiğinde dükkân kapısı önünde bir sandalye yeterdi; kilit yok, kepenk yok… Herkes, merkezdekiyle köydekiyle, büyük şehir ailesinin bir parçası, birbirinin uzantısı sayılıyordu; çünkü onlar şehri beraber o hale getirmişlerdi. Geçen hafta bir günlügüne Bursa’ya gittiğimde, elbette Hacıbaba Köftecisi’ne uğradım. Dükkândaki Orhan Abraş ustanın elinden öpmek istedim, öptürmedi tabii. Tezgâhtan dışarıya adım atmıyor zaten. Evet, halâ… Mehmet Abraş usta orada değildi, evinde ziyaret ettim. Bu arada yeni nesil bayrağı devralmış. Kuzen Furkan aynı lezzeti aynı heyecanla yaşatıyor. Usta kalfa ilişkisiyle asırlık lezzet gelecekte de bizlerle olmayı vaad ediyor. Mekânın değişmeyen bir menüsü ve tatları var. Minik köfteler nasıl hafif, nasıl lezzetli… Fasulye pilâki, piyaz ve ev yapımı şıra mozaik gibi damak tadınızı tamamlıyor. Sütlü kadayıf ve tahinli kemalpaşa tatlıları, siz doydum dedikten sonra da kendisine gönlünüzde ve midenizde yer buluyor. Bursa demek sadece İskender kebabı ya da kestane şekeri demek değil. Bu asırlık tadı almadan Bursa’ya gitmiş sayılmazsınız derim… Hem bu yemek kombinasyonu, doktorlarca da öneriliyor. Ağız tadıyla yaşayalım… Sevgiyle kalın.