Sömürge ve yağmacılığın meşru sayıldığı zamanlarda, işgalciler gittikleri yerlerde herşeyi kendi hakları gördüler. Doğal kaynaklar, işlenmiş ürünler… Ve de en kötüsü insanlar… Çaldılar, sattılar… Nice insanın kabusu oldular, yaşamlarını ellerinden aldılar.
Bazıları buraları ülkelerinin uzantısı olarak gördüğü için, ya da bir araştırma anlamı katmak adına, getirdikleri ganimetin arasına insanları da katarak sergilediler. Üstelik çok uzak değildi bu olanlar, üzerinden bir asır bile geçmedi.
Belçika bunlardan biriydi. 1897 yılında Kongo’dan getirdiği insanları evrensel sergi adı altında sergiledi. Dışarıdan bakınca her şey normaldi, onlar kendilerine özgü çadırlarında kalıyorlar, Belçikalı halk da onları uzaktan izliyordu. Ama bir ayrıntıyı unuttular. Belçika bu insanlar için aşırı soğuktu. Yedi kişi hastalanıp öldü.
Yetmedi, 1958’de tekrar bir Kongo köyü kuruldu ve Kongolu insanlar getirildi. Ama Belçikalı bir çocuğun bir gün çitlerin öteki tarafına muz atması üzerine, yeter dedi zorunlu misafirler, ülkelerine geri döndüler.
Bugün Belçika’daki okullarda sömürge zamanı Kongo’da ne eziyetler edildiği yeni nesile anlatılarak günah çıkarılıyor. Bu durum aynı zamanda bir toplumun kendisiyle yüzleşebilmesine örnek teşkil ediyor.
Aslında 1900’lü yılların başında, Belçikalı bir genç Güney Amerika’da yerlilerle çok güzel bir dostluk kurmuştu. Marquis Robert de Wavrin.
Varlıklı bir madenci ailenin oğluydu Robert. Daha iyi şartlarda okusun diye alınan bir malikanede yaşıyordu. Kendine göre bir yaşam anlayışı vardı, asi ruhluydu, bazen acımasız..
Bir gün arazilerindeki ağaçlardan fındık çalan çocukları görünce hiç düşünmeden üzerlerine ateş açtı. Çocuklar ağır yaralandı, neyse ki ölmedi. Yıl 1913. Yargıç konunun ört bas edilmesine izin vermedi. Ve yerinde duramayan Robert, bunu bahane ederek kendisini uzaklara attı.
Önceleri macera olarak başlayan Güney Amerika gezisi, zaman içinde bir antropoloji inceleme çalışmasına dönüştü. Kitaplar yazdı, binlerce fotoğraf çekti, belgesel filmler yaptı. O yılların teknolojisini hatırlatmaya gerek yok tabii.
Ve yıllar sonra ülkesine döndü Robert. Eski defterler ne kadar açıldı bilmiyoruz. Ama Belçika ve antropoloji bilim dünyası hazine değerinde bilgilere sahip oldu. İnsanlar şaşkınlıkla izledi, hatta bazı yerleri sansürlendi.
Grace Winter, bir sanat tarihi ve sosyal antropoloji uzmanı.. Belçika’nın Cinemateque kurumunda arşiv uzmanı olarak çalışıyor. Yıllar sonra çeşitli kaynaklardan bu arşive ulaşarak bir araya getirdi. Bu çalışma yedi yıl sürdü. Ve üç yıl daha harcadı, belgesel yaptı. Hem Marquis Robert de Wavrin’i anlattı, hem de Güney Amerika yerli halklarının o dönemdeki yaşamlarına ışık tuttu.
Ve tesadüf diye bir şey yok.. Marquis Robert de Wavrin’in o yıllardaki en yakın arkadaşının, fotoğraflarda gördüğü insanın oğluyla Viyana’da bir belgesel film festivalinde karşılaştı. Bir şekilde o olduğunu anladı ve gördü ki artık yerli halk kendi filmini kendisi yapıyor.
Bilgi, belge.. Ama en önemlisi bunların bilgece yorumlanması. İnsanlık olarak buna ihtiyacımız var.
Grace Winter ile gerçekleştirdiğimiz röportajı ve belgeselle ilgili görselleri aşağıdaki videodan izleyebilirsiniz.
Sevgiyle kalın.